Şiddet, toplumların en büyük yara izlerinden biri. Kadınların, çocukların ve iktidarsız bırakılan bireylerin yaşadığı bu karanlık gerçek, her geçen gün daha fazla insanın hayatını etkilemeye devam ediyor. Zeynep’in hikayesi ise, sadece bir bireyin yaşadığı acılardan ibaret değil; aynı zamanda, toplumsal cinsiyet eşitsizliğini ve şiddete karşı suskunluğun getirdiği tehlikeleri gözler önüne seriyor. "Öldürüldükten sonra adım duyulsa ne olur?" sorusu, Zeynep’in isyanının ardında yatan feryadı temsil ediyor. Hepimiz biliyoruz ki, birey olarak yaşanan sorunlara dur demek, toplumsal bir bilincin uyanmasını gerektiriyor. Bu bilinç, kadınların, çocukların ve tüm mağdurların seslerini duyurmak için bir araya gelmelerini sağlıyor.
Zeynep, sıradan bir genç kız gibi hayatına devam etmeye çalışırken, bir gün duyduğu korkunç bir tehdit ile her şey değişti. Yakın çevresindeki bazı kişiler tarafından sürekli olarak izleniyor, fiziksel ve psikolojik şiddete maruz kalıyordu. Bu sadece onun değil, birçok kadının yaşadığı bir durumdu; fakat Zeynep, buna karşı koymaya karar verdi. Fakat ne yazık ki, şiddetin pençesinde yaşamayı seçmeyenlerin hikayeleri hep sonlanıyor. Zeynep, içinde bulunduğu bu durumdan kurtulmak için çabalarken, sürekli korku içerisinde yaşamaya mahkumdu. Ailesine, arkadaşlarına ve topluma karşı itiraf edemedikleri bu çaresizlikle, Zeynep’in karşılaştığı gerçek, onun sadece bir kurban olmadığını gösteriyordu; o aynı zamanda bir savaşçıydı.
Zeynep’in hikayesinin ardında yatan derin sorunlara ışık tutmak gerekiyor. Türkiye başta olmak üzere birçok ülkede kadınlar ve çocuklar, hukuksal güvenceye sahip olsalar bile, toplumsal cinsiyet eşitliği konusunda ciddi zorluklarla karşı karşıya. Kadınların maruz kaldığı şiddet, sadece fiziksel değil; aynı zamanda psikolojik, ekonomik ve toplumsal boyutları da barındırıyor. Zeynep gibi konuşmaktan, mücadele etmekten, yardım isteyen kadınların sesleri, toplumun sessiz çoğunluğunda kaybolup gitmekte. Bu durum, ‘katlanmak’ zorunda bırakılan her birey için büyük bir travma yaratıyor. Ayrıca, Zeynep’in isyanındaki derin anlam, bu kaybolmuş sesleri yeniden canlandırmak için ilham kaynağı oluşturuyor.
Zeynep’in hikayesi, sadece bir kurbanın sesini duyurma çabası değil; aynı zamanda, bir toplumsal sorun üzerine düşünmemiz gereken bir çağrı. Kadınların, çocukların ve mağdurların yaşadığı bu tür durumlar karşısında duyarsız kalmak, bir suçortaklığı doğuruyor. Her bir bireyin, Zeynep’in yaşadıkları gibi hikayelerle dolu olduğu gerçeği, ancak toplumsal bir bilinç ve cesaret ile değiştirilebilir. Zeynep, sadece kendisi için değil, birçok kadın için sesini yükseltmeye karar verdi. Bize düşen görev ise, Zeynep’in sesini duyulabilir kılmak; yaşananları göz ardı etmemek ve her Somali, Zeynep gibi bir savaşçı çıkmasını sağlamak. Unutulmamalıdır ki, Zeynep’in haykırışı, toplumsal cinsiyet eşitliği mücadelesinde bir dönüm noktası olabilir.
Sonuç olarak, Zeynep’in hikayesi, mücadele eden birçok insanın yaşamında bir yansımadır. "Öldürüldükten sonra adım duyulsa ne olur?" sorusu, yani sadece varlıklarının anlamını sorgulamak yerine, sesimizi çıkarmamız gerektiğine dair güçlü bir mesaj taşıyor. Bu da yetmiyor bir adım ötesine geçmek; yaşadığımız toplumsal yapı içerisinde dönüşüm için kararlı adımlar atmak zorundayız. Şiddetin ne türü olursa olsun, Zeynep gibi kişilerin yaşadığı acıları sona erdirmek, hepimizin görevi. Zeynep’in isyanı, belki bir gün başka bir Zeynep’in hayatına dokunmasa bile, bu konudaki farkındalığımızı artırmak ve sesimizi güçlendirmek açısından önemli bir fırsat sunuyor. Şimdi, Zeynep’in sesi, bizim sesimiz olmalı!